20 Mayıs 2012 Pazar

Karavan ile İspanya-Portekiz

Çocukken akşam başınızı yastığa koyduğunuzda hayal ettiğiniz şeyleri düşünün. Doktor olmak, uzaya çıkmak veya en basitinden arkadaşınızda gördüğünüz o yeni kırmızı bisiklet. Benim içinde en büyük hayal dünyayı dolaşmakdı. Şimdiye kadar 20'nin üzerinde ülke gezdim ama hep aklımın köşesinde kendi evimle yani karavanımla gezmek vardı. İşte Karavan ile İber Yarımadası sayfasından hayalimi gerçekleştirme yolunda ilk adımlarımı ve işinize yarayacağını düşündüğüm bilgilere ulaşabilirsiniz.


19 Mayıs 2012 Cumartesi

İber Yarımadası - 1

Uzun süre hayalini kurmak ve sonunda istediğin şeye ulaşmak. İşte bu his gerçekten paha biçilmez.

Yıllardır bir karavanım olsun diye düşünürken bu emelime 2011 kışında ulaştım. eşimin olağanüstü desteği ile aldığımız 1994 Model Pugeot J5 şaseli Rapido yapımı Alkovan ile buluştuğumuz anda şimdi ne yapacağız diye kendime sormam bir oldu. Aracın eksiklerini gidermek ve alışmak için sayılı günlerimin olması ve bu konuda o kadar da bilgili olmadığımı anlamam çok uzun sürmedi.  Forum alanları içinde tanıştığım 'dostlarımın' yardımları ile önce karavanımı tanıdım daha sonra güneş paneli başta olmak üzere yeni akülerimi aldım. Daha sonra kamp için masa sandalye ve eşimin özene bezene aldığı bir çok gerekli malzeme ile aracımızı hazırladık.

nereye gideceğimiz planlamamızda çalışma arkadaşlarımızın Portekiz'de evlenecek olması etkili oldu. Düğün 27'sinde Lizbon yakınlarındaki Sintra'daydı. Bizde programımızı Kuzey İspanya ve Portekiz olarak planladık.

Ve tarihler 7 Ağustos'u gösterdiğinde gitmeye hazırdık. Gece mesaisinden direk yola çıkmam dolayısıyla Bordeux'a giderken ufak bir ara vererek bir şeyler yedik.Yola tekrar koyularak yorulduğum ana kadar kullanmayı tercih ettim. Gece geç saatlerde İspanya sınırındaki Urrugne yakınlarında otoban üzerindeki bir dinlenme noktasında karavanımızı kenara çekerek uyumayı tercih ettim. Eşimle karavanda geçireceğimiz ilk gece gelmiş çatmıştı. Irmak'ta bir şüphe ve kaygı ama sonuçta kendisinin bu işi sevmesi beni çok mutlu etmişti.

Ertesi sabah elimizi yüzümüzü yıkayarak ilk durağımız olan San Sebastian'a doğru yola çıktık... İlk kampımız için hazırdık







Gece ara vermemizin ardından ilk hedefimiz olan San Sebastian'a öğlene doğru ulaştık. Hemen daha önce internetten belirlediğim Igueldo Camping'e gittik. http://www.campingigueldo.com/ Burada ilk kampımızı kurarak şehri keşfetmek üzere kente doğru yürüyüş yaptık. Kampingin önünden belediye otobüsleri çok sık bir şekilde sefer düzenliyor isteyen bunu da tercih edebilir. Kamping gerçekten gördüklerim içinde çok başarılı bir işletme olduğunu söyleyebilirim. Tuvaletler, duşlar, mutffak bölümü ve marketi ile 10 numara.

San Sebastian'da tartışılmayacak güzel bir yer. Bask bölgesinin bakenti olan şehir ayrılıkçı ETA'nın da merkezi olarak görülüyor. Son dönemdeki politik gelişmeler nedeni ile örgüt silah bıraktığını açıklasa da gücü kentte hissedilmeye devam ediliyor.




.Devamı için tıklayın Karavan ile İber Yarımadası

11 Mart 2011 Cuma

İtalya'ya akşam yemeğine gidelim mi?

Uzun geçen bir gecenin ardından uyandığımda aklıma ilk gelen şey bugün “monotonluğu kırıp değişik bir şey yapmalıyım” oldu. Eşimi işten almaya gittiğim zaman kendisine akşam pizza yemek ister misin diye sormamla başlayan yolculuğun 288 kilometre süreceğini aslında tahmin etmiştim.

En iyi pizza nerede yenir? Ya canınız güzel bir makarna isterse? Tabii ki de İtalya.

Yaşadığım Fransa'nın Lyon kentine en yakın İtalyan şehri Torino. Türkiye'de insanlar tarafından tanınmasını Hakan Şükür'ün sağladığı kente bende daha önce gitme fırsatı bulamamıştım. İtalya'ya daha önce gerçekleştirdiğim ziyarette Venedik'te başlayan ve Roma'da son bulan klasik bir turist güzergahı izlemiş ve darmadağın şekilde İstanbul'a dönmüştüm.


Yol boyu size görünen Görkemli Alpler

Seyehate geri dönersek. Saat 16:00 sularında arabanın marşına basarak yola çıktık.  Lyon'dan Torino'ya gidebilmek için Grenoble tarafına doğru ilerledikten sonra A43 otobanını kullandım. Yollar çok düzgün ve trafikte azdı. Yol boyunca çok güzel manzaralara şahit oluyorsunuz özellikle iki ülkeyi ayıran Alp Dağları'nın o görkemli duruşu nefes kesici. Bu manzaraları tek kaçıran ise yan koltuğun altında her zaman olduğu gibi uykusuna devam eden Efe oldu.



Efe herzamanki gibi uykusunda

Yalnız sürekli otobanlarda para ödemek biraz can sıkıcı. Yolculuğu en heyecanlı yeri ise Fransa'yı İtalya'ya bağlayan ve 1980 yılında açılan yaklaşık 13 kilometrelik Frejus Tüneli'ni geçmek oldu. Geçiş ücreti 36 Euro. Biraz pahalı eğer çift yön alırsanız daha makul bir ücrete geliyormuş ama benim acemiliğime geldi.




Frejus Tüneli girişi

Bu güzergahta çok sayıda ağır vasıta olabiliyor. Tünel içinde güvenlik çok sıkı. Özellikle geçmişte ölümle sonuçlanan yangın facialarından ve trafik kazalarından dolayı sürekli radar kontrolü yapılıyor.

En ilginç yanı ise Tünelin tam ortasından İtalya-Fransa sınırının geçmesi. Sınır çizgisi ise ufak bir ışıklı tabela ile gösteriliyor.


Tümelin içinden bir görüntü

Tünel çıkışı ayrı bir ülkeye yani İtalya'ya geçtiğinizi hemen hissediyorsunuz. Aynı Türkiye'deki gibi arabalarda bir hızlanma, makas atmalar ve bozuk yollar. İtalyanlar ile Türklerin her zaman birbirine benzediği bir çok ortamda dile getirilmiştir ama ben bunun bir tünel geçiş mesafesinde fark edilebileceğini düşünememiştim. Fransa'nın o sakin ve kuralcı trafiğini geride bırakan İtalyanlar özlerine ani bir dönüş yapıyor.

Mamma mia...
Bu uzun geçiş sonrası ise ortalama 45 dakikalık yolculuktan sonra Torino'ya varıyorsunuz. Akşam ulaştığımız ve aç olduğumuz için şehri gezme fırsatımız olmadı ama güzel bir kente benziyor. Bulduğumuz ufak bir İtalyan restoranına girmemiz ile makarnayı ve pizzayı sipariş etmemiz bir oldu.

Gecenin en kötü yanı ise aniden başlayan diş ağrımın bu kadar yol katederek yemeği umduğum pizzadan zevk almama izin vermemesi oldu.

Dönüş yolu ise yanımdaki koltukta uyuyan eşim ile içimden sohbet etmekle geçti ama gerçekten çok zevkliydi.....


Fréjus Tüneli'nden geçerken çektiğim videoyu buradan izleyebilirsiniz:






17 Kasım 2010 Çarşamba

Bugünden ötesini görmek

Yalnızlık mı? Yalnız kalmayız değil mi? Bize hep öyle geliyor sanki bütün dünya bizim çevremizde dönüyor. Sanki bu dünyanın tek hakimi biziz ve çevremizdekilere her şey olabilir ama bize olmaz.

Ne büyük çelişki ve ne büyük yalandır... Severiz, bağlanırız, o anları yaşarız. Attığımız her adımda ne kadar güçlü olduğumuz ve hiçbir şeyin bizi yenemeyeceği vardır. Sabah evden çıkıp arabamızı çalıştırırken kendimize deriz ki ben olmasam bu araba çalışmaz. Aslında belki de tek hükmedebildiğimiz odur. Herşeyi kontrol ettiğimizi sanıp aslında karanlıkta kaybolmuş insanlarızdır. Bir el isteriz, karanlıktan seslenecek bir ses.

Belki de tanımadık bir dokunuş. Bir barda olmak isteriz ve orada hiç tanımadığımız bir insanla dertleşmek,  sormak isteriz 'isminiz ne?'

Alacağımız basit bir cevap ile mutlu olmak bir tebessüm koymak isteriz yüzümüze ve hafif bulanık kafayla içimizden deriz ki 'o hiç tanımadığımız insan ne kadar da güzel bir insan.' Aslında aradığımız yalnızlığımıza farklı bir bakış açısı belki de biraz heyecan olacaktır.

Kalbin pır pır atarken dersin kendine şu ana kadar yaşadığım en güzel anlar bunlar. Ne kadar acıdır ki bu yalan duyguyu her seferinde hissedersin ve bunu bile bile girersin o yokuşa.

Sen hiç yokuşa karşı koştun mu? Kalbin deli gibi çarpar, nefes almak ne kadar zordur, sanki bacakların kırılacak gibi olur.

Ve en korkuncu yukarı vardığında dersin ki buna değdi mi?... Buna rağmen hayatın boyunca karşına çıkan bütün yokuşların en tepesine çıkmak istersin ve her seferinde çıkarsın.

Yalnızlıkla başlamıştık. Bütün bu yokuşlardan yıllar geçtikten sonra acaba bir sandalyenin üstünde boşluğa bakan ve bahçedeki kapıdan içeri girecek bir insanı beklersen nasıl olurdu. Kalbin her süpürgeliğe düşecek gölgede heyecanlansa, rüzgarın kapıdaki yaprakları oynattığında biri  geldi diye düşünecek olsan. En önemlisi hayatında en değer verdiğin insanlar sana yaşlısın diye sırtını dönüp adam yerine koymasa. Bütün bu yaşadıklarına rağmen hayatlarının düzgün devam etmesinden mutlu olsan nasıl olurdu.

Ama bana asıl acı veren bunları yaşayacak olmamız.

5 Kasım 2010 Cuma

Hayatın bir akışı olsa

İçinden bir hırçınlık çıkar, için içine sığmaz... Kumsalda yürürsün parmaklarının arasına kumlar girer. Sadece düşündüğün, denize biraz daha yakın olmaktır. Akşamüstü olmuştur zaman ve biraz sessizlik vardır ortamda. Ufak ufak güneş düşer denizin üstüne içine bir nefes çekersin. Derin olur nefesin yosun ile birlikte akşam yiyeceğin çuprayı düşünürsün; belki biraz içeceğin rakıyı. İçin o büyük şehirlerde hissetmediğin şeyleri hisseder. Sadece dersin ki yanlızlık keşke bu kadar güzel olsa. Öyle bir özgüven doğarki sanki yanlızlık herşeyden güzeldir ve sen herşeyi başaracak güçtesindir. Büyük bir mutluluk doğar içine. Bir erkek olarak sabah bakıştığın kızı, bir kız olarak sabah göz göze geldiğin yakışıklı erkeği düşünürsün ve dersinki galiba birşeyler doğuyor. Karnından yukarı doğru bir sıcaklık çıkar kalbin ise hızı hızlı atar. Bütün mutluluk senin içini sarar.....


Ama deniz hala ayaklarının altındadır. Belki bir sigara yakarsın ve biraz geleceği, belkide bir kaç saat sonra ne olabileceğini düşünürsün. Aslında o anda en güzel şey hiçbir şey düşünmemektir sen aslında sadece düşünmemeyi ararsın.....